Nedense hayatımız çok zaman hile ve hurda ile doludur. Bazen nasıl görmek istiyorsak öyle görmeye çalışıyoruz, buda güvenle alakalı olsa gerek kendisine güveni olmayanların başkasında güveni olmuyor. Bakarken kendimize baktığımız gibi bakmasak zaten doğruyu göreceğiz. Bazen insanları değerlendirirken, giyimiyle, parasıyla, şanıyla, şöhretiyle ve servetiyle değerlendiririz. Halbuki kalbine, meziyetlerine, mütevaziliğine ve ilmine hiç bakmayız. İşin bu tarafına baksak zaten mesele hallolacak.

      İşte aşağıya yazacağım Yunus Emre gibi hatadan dönmek ve teslim olmak gibi olmalıyız.

"Anadolu’nun iç aydınlığı" bütün Anadolu'nun sevgilisi insan sevgisinin, hoşgörünün sınırlarını,

Yaradılmışı hoş gör

Yaradan’dan ötürü

Bir kez gönül yıktın ise

Bu kıldığın namaz değil.

     Gibi söyleyişlerle kimseye nasip olmayacak ölçüde genişleten Yunus Emre (1240-1320) Tapduk Emre'nin dergâhında uzun süre zevk ve hevesle odun taşımış, ayak işleri yapmıştı. Ama Tapduk bir türlü arzuladığı gibi Yunus'u ele almıyor, erenlerin gönül deryasından bir katre sunmuyordu.

       Yunus bu konuda bir dilekte bulunsa "Sen hâlâ dünya kokuyorsun" deyip savuşturuyordu. Yunus "Herhalde benim nasibim burada değil, bir başka şeyhin kapısında" diyerek Tapduk'a dahi haber vermeden dergâhı terk etti. Ama dergâhtan uzaklaştıkça içini bir hüzün kapladı. Tapduk Emre'nin kapısında en basit işleri yaparken bile gönlünde bir aydınlık, bir ferahlık, bir yumuşaklık vardı. Dergâhtan ayrılalı gönlü kararmış, katılaşmıştı, uzaklaştıkça içini Tapduk'a ve dergâha karşı bir hasret kaplıyordu.

      Bu yolculuk sürerken bir akşam vakti yedi kişilik bir başka yolcu grubuna rastladı. İçini kaplayan hüzün ve hasrette belki bir hafifleme olur diye kendi de onlara katıldı. Yol arkadaşları ermiş kılıklı, yaşlıca insanlardı. Güven veren halleri vardı. Birlikte sürdürülen bu yolculuk sırasında bir an geldi ki hiçbirinin çıkınında (azık çantası) bir şey kalmadı. Bir yerde mola verdiler, açlık canlarına tak etmişti. Bu yedi arkadaştan biri ellerini kaldırıp Yaradan'a niyazda bulundu. Bu dua ve yakarmanın akabinde önlerinde türlü yiyeceklerle donanmış bir sofra peyda oldu. Yediler içtiler Rablerine şükrettiler. Bundan sonra bu yedi yolcudan her biri yolda acıktıkça dua etti ve yemekleri ilahi bir lütuf olarak ikram edildi. Sonunda dua sırası Yunus'a gelmişti.

     Yunus soğuk terler döküyordu. İşin içinde mahcup olmak vardı. Yol arkadaşlarının her biri Allah katında makbul kişilerdi ki duaları kabul görüyordu. Kendinin böyle bir imtiyazı yoktu. Ama duayı yapacaktı, çaresi yoktu. Bütün varlığı ve içtenliğiyle Allah’a yalvardı: "Ya Rabbi, şu yol arkadaşlarım sana kimin yüzü suyu hürmetine yalvarıyorlarsa ben de onun yüzü suyu hürmetine yalvarıyorum, beni mahcup etme..." Bu duanın arkasından öncekilerin iki katı yiyecek içecek lütfedildi. Şaşkınlık sırası yedi yolcudaydı. Sordular:

      Ey arkadaş, sen kimin hürmetine dua ettin? Yunus,

      Önce siz söyleyin dedi. Açıkladılar:

      Biz Tapduk Emre'nin dergâhında Yunus adında çok makbul ve muteber bir derviş varmış onun hürmetine Allah'a yakarmıştık.

     Yunus esas şimdi mahcup olmuştu. Yunus'un kendisi olduğunu açıklamaya utandı. Tapduk Emre'ye karşı da kalbini bozmuştu. Hâlbuki Tapduk ona Allah yolunda epeyi dereceler kazandırmıştı. Büyük bir pişmanlık içinde, bedeninden sıyrılmış bir ruh gibi akarak Tapduk dergâhına döndü ve şeyhine bu defa kendini kayıtsız şartsız teslim etti.”

      Yunus gibi olmak nefsine dur deyip yeniden hocasının kapısında hizmetkâr olmak öyle kolay değil. Keşke Yunusta bulunan o nefsi terbiyenin yüzde biri bizde olabilse.

 

 


3.03.2014 00:00:00

Erdogan Kaya

Yunus gibi teslim olmak

Yunus gibi teslim olmak