Beni Zühre reisi Vehb´in kızı, alemlerin ve ademlerin efendisi Hz peygamberin validesi, onun ve ümmetlerinin annesi Amine hatun... Ol sadeften doğdu ol durdanesi...
O bir mahpeyker, o eşsiz bir gevher! O alemlerin fahri ebedisine mader. O pırıl pırıl iffet ve mücessem bir edep! O saygıyla anılacak ta ebed!
O bir güneşti. Abdulmuttalibin oğlu Abdullah ona eşti.
Hz. Abdullah, insanlık ufku Hz. peygamberin pederi! Onun yüzünde hale hale asalet izleri dolaşmakta ve iffetli bir insan olarak yaşamaktaydı. Onun yüzündeki nuru gören Kureyş kızları ona temayül ediyorlardı.
Bir gün Kureyş kızlarından birisi aşikar olarak evlenme teklif edince babası Abdulmuttalip hemen ayağa kalktı. Zühreoğullari reisi Vehb´in yanına vardılar. Vehb´in kızı Amine´yi oğlu Abdullah´a istedi. Vehb de bu teklifi yerinde bulup müspet cevap verdi. Böylece iki aile arasında söz kesilmiş oldu.
Hz. Amine soy ve mevkii itibariyle Kureyş kızlarının en üstünü idi. Zeka, terbiye ve insani hasletlerde en yüksekte idi.
Abdullah kurduğu yuvanın kendisinden beklediği vazifeleri yerine getiriyor ve yeni yeni teşebbüsler peşinde koşuyordu. Günler birbirini kovalarken Hz. Amine ile Hz. Abdullah da günlerini huzur ve muhabbet içinde geçiriyorlardı.
Abdullah ticaret maksadıyla Şam´a gitmişti. Dönüşte yolculuk esnasında rahatsızlanan Abdullah Medine´ye geldiğinde yolculuğa devam edecek takati kalmamıştı. Akrabalarının yanında kalarak iyileşmeye karar verdi.
Kervan Mekke´ye vardığın da durumu babasına bildirdiler. O da oğluna bakması için kardeşi Haris´i yolladı. Heyhat! O Medine´ye ulaşmadan önce ecel Abdullah´a ulaşmıştı. Hayatinin gençlik cağında vefat etmişti. Ana rahmindeki çocuğu hayata gözlerini açmadan o gözlerini kapatmıştı.
Yürekleri Yakan Bir Ayrılık?
Hz. Âmine oğlunu babasının akrabalarıyla tanıştırmak üzere Medine´ye götürmüştü. 1 ay kadar kaldıktan sonra Mekke´ye dönmeye karar verdi. Akrabalarıyla vedalaşarak şehirden ayrıldılar.
Çöl seccadesinde üç yolcu: Hz. Âmine, şanlı evladı ve Ümmü Eymen... Hepsinin de mana âleminde bir başkalık vardı. Aziz anne ve şerefli evladının ruhlarını, ayrılık ve hasret rüzgârı dalga dalga dövüyordu.
Henüz genç yaşta ve evliliklerinin ilk aylarında ebedî âleme yolcu ettiği kocasını hatırlayan Hz. Âmine´nin gözleri oluk oluk su akıtan bir pınarı andırıyordu. Resûl-i Kibriya Efendimiz de, aziz annesinin bu gözyaşlarına dayanamıyor, o da ışıl ışıl ağlıyordu. Damla damla akan gözyaşları, rahmet yağmuru gibi elbisesini ıslatıyordu.
Henüz yolu yarılamışlardı ki Hz. Âmine aniden rahatsızlandı. Peygamberimiz ve Ümmü Eymen´i bir telâş kapladı. Gittikçe şiddetini artıran hastalık karşısında ne yapabilirlerdi?
Ebva köyü yakınlarında bir ağacın gölgesinde konaklamaktan başka ellerinde çare yoktu. Hz. Âmine´nin dizlerinden güç kuvvet çekilmişti ve kendisini tutamayarak aniden yere yıkılıverdi. Üstünü örttüler. Hz. Âmine, hastalığın şiddeti içinde ter döküyor, Sevgili Peygamberimiz ise, onu kaybedeceği ve annesiz kalacağı endişesi içinde gözyaşı akıtıyordu. Sanki her şey kendileriyle birlikte lâl kesilmişti. Yerde ses yok, gökte sükût hâkimdi.
Hz. Âmine, yerde halsiz bir şekilde yatıyordu.
Bir ara Peygamberimiz kendini toparlayarak, ?Nasılsın anneciğim?? diye sordu.
Gönlü şefkat hazinesi anne, biricik yavrusunun üzülmesini istemiyordu. Şiddetiyle kıvranıp durduğu hastalığının ağır olduğu hissini uyandırmamak için, ?İyiyim canım oğlum, bir şeyim yok? diye cevap verdi.
Kâinatın Efendisi bir ara, annesini biraz doğrultup, başını kucağına aldı. Gözlerinden akan mübarek yaşlar, annesinin omuzlarına Nisan yağmuru gibi düşüyordu.
Hz. Âmine, kendisini yakalayan hastalıktan kurtulamayacağını artık anlamıştı. Son olarak, güneş gibi parlayan nur yavrusunun yüzüne, ayrılık ve hasretin verdiği duygu içinde baktı; ellerini doya doya kokladı ve dilinden şu cümleler döküldü:
?Ey, dehşetli ölüm okundan, Allah´ın yardım ve ihsanıyla yüz deve karşılığında kurtulan zâtın oğlu! Allah, seni aziz ve devamlı kılsın. Eğer rüyada gördüklerim doğru ise, sen Celâl ve bol ikram sahibi olan Allah tarafından Âdemoğullarına helâl ve haramı bildirmek üzere peygamber gönderileceksin. Sen, ceddin İbrahim´in teslimiyet ve dinini tamamlamak için gönderileceksin. Allah, seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten koruyacak ve alıkoyacaktır. Her yaşayan ölür, her yeni eskir; yaşlanan herkes zevâl bulur. Her şey fanidir, gider. Evet, ben de öleceğim. Fakat ismim ebedî yad edilecektir. Çünkü tertemiz bir evlat doğurmuş, arkamda hayırlı bir yad edici bırakmış bulunuyorum.?
Acıklı ve adeta istikbâlden haber veren bu sözlerinden sonra, Hz. Âmine´nin gözleri kaydı ve ruhunu orada Yüce Allah´a teslim etti.
Sevgili Peygamberimiz ile Ümmü Eymen donakalmışlardı. Adeta dilleri tutulmuştu. Konuşan, sadece Kâinatın Efendisinin gözyaşlarıydı.
Ümmü Eymen, bir ara kendisini toparladı ve aziz yavrunun gözyaşlarını sildi. Sonra da bağrına basarak teselliye çalıştı. ?Üzülme, ağlama, canım Muhammedim!? dedi. ?İlâhî Kader´e karşı boynumuz kıldan incedir. Can da O´nun, mal da; hepsi bize emanet. Emaneti nasıl vermişse öyle de alır.?
Sevgili Peygamberimiz, derin bir iç çektikten sonra, ?Ben de biliyorum. Onun hükmüne her zaman boyun eğerim. Fakat anne yüzü, unutulmayacak bir yüzdür. O yüzü tekrar göremem diye üzülüyorum? dedi; sonra da derhal kendini toparladı ve gözyaşlarını silerek Ümmü Eymen´e, ?Haydi, o, emaneti Sahibine teslim etti. Biz de onun na´şını toprağa teslim edelim, rahat etsin? dedi.
Annesiz kalan Dürr-i Yetim´i Mekke´ye götürmek vazifesi, dadısı Ümmü Eymen´e düştü.
Ümmü Eymen, yol boyunca ona annesiz kaldığını hissettirmemek için elinden gelen gayreti esirgemedi. Onu öz evladıymış gibi bağrına bastı ve teselliye çalıştı. Efendimiz de, adeta onu bir anne kabul ederek, ?Anne, anne!? diye çağırırdı. Daha sonraları da her gördüğünde ise, ?Annemden sonra annem!? diyerek iltifatta bulunuyordu.
Efendimiz Anne- Babasını İmana Davet Edemedi Ama?
İslam âlimleri, ittifakla şu hususu belirtmişlerdir:
?Peygamber Efendimizin muhterem peder ve validelerinin ahirette necat ehli olacaklarını açık ve kesin bir şekilde delilleriyle ortaya koymuşlardır. Bu izah tarzlarını şöylece sıralayabiliriz:
1) Hz. Abdullah ile Hz. Âmine, Efendimize peygamberlik vazifesi verilmeden çok evvel vefat etmişlerdir. Dolayısıyla fetret devrinde vefat edenlere ise azap yoktur.
Bir gün, birisi, büyük âlimlerden Şerefüddin Münâvî´ye, ?Peygamberimizin baba ve annesi cehennemde midir?? diye sorar.
Münâvi Hazretleri, hiddetle, ?Resûl-i Ekrem´in peder ve validesi fetret zamanında vefat etmişlerdir. Peygamber gönderilmeden evvel ise azap yoktur? cevabını verir.
Kendisine bir peygamberin daveti ulaşmayan kimsenin ahirette azap görmeyeceği, ayet ve hadislerle sabittir. Peygamber Efendimizin peder ve validelerine de, geçmiş peygamberlerden hiçbirinin davetinin ulaşmadığı tarihen sabittir. Şu halde, tereddütsüz söyleyebiliriz ki onlar da necat ehlidirler ve ahirette azap görmeyeceklerdir.
2) Resûl-i Ekrem´in muhterem peder ve validelerinin şirk ehli oldukları sabit değildir. Belki, onlar, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Varaka b. Nevfel ve benzerleri gibi, büyük babaları İbrahim´den (a.s.) gelen inanç ve âdetlerle amel eden ?Hanif ?lerdendirler.
Sevgili Peygamberimizin baba ve annelerinin şirk ehli olmadıklarının bir delili de, ?Ben, mütemadiyen temiz babaların sulbundan, temiz anaların rahminden nakloluna geldim? hadis-i şerifidir.
Öyle ise, bu hususta mü´minin bilmesi ve kabul etmesi gereken husus şudur:
?Resûl-i Ekrem´in (s.a.v.) peder ve valideleri ehl-i necattır ve ehl-i cennettir ve ehl-i imandır. Cenab-ı Hak, Habib-i Ekreminin mübarek kalbini ve o kalbin taşıdığı ferzendane şefkatini elbette rencide etmez.?
Şu dörtlük de bu hakikati pek güzel dile getirmektedir:
İki cihan güneşi, bürc-i saadette iken
Vâlideynine Mevlâ nice vermeye şerefi,
Çeşm-i insaf ile ey dil, nazar et gavvasa
Alıcak dürrini yabana atar mı sadefi?
Manası:
İki Dünyanın Güneşi olan Hz. Muhammed (s.a.v.) saadet burcunda iken, Cenab-ı Hak, anne babasına nasıl şeref vermez ki?
Ey gönül! İnsaf gözüyle dalgıca dikkatle bak. İnciyi alır da sadefini hiç yabana atar mı?
KAYNAKLAR
1-Tevbe, 28.
2- Tecrid Tercümesi, c. 4, s. 546.
3- a.g.e. c. 4, s. 551