Hanım evliya' denince akla ilk gelen hiç şüphesiz Hz Rabia tül Adeviyye'dir. O, gönüllere kurduğu sevgi tahtında hala saltanatını sürdürmekte, samimiyette, ihlasta, ermişlikte herkes onu hatırlamaktadır.

Yaklaşık olarak hicri 95 yılında dünyaya geldiği söylenilen Rabia, ailenin dördüncü çocuğu manasına rabi'in müennes (dişil) kelimesi olan "Rabia" ismiyle isimlendirilmiştir. Babası geçimini zor temin eden yoksul bir insandı

Hz Rabia-tül Adeviyye biraz büyümüştü. Annesi ve babası vefât etti. Üstelik Basra'da kıtlık ve fevkalâde pahalılık vardı. Bu hengamede Hz Rabia’nın ablaları dağıldılar. Kimsesiz kalan hz Rabia’yı zalim bir kimse yakaladı ve hizmetçi olarak iş gördürdü. Sonra da köle olarak altı gümüş karşılığı bir ihtiyara sattı. O ihtiyarın hizmetçisi olarak, gösterilen zor işleri sabırla yapmaya çalışıyordu. Çok sıkıntılı günler geçirdi. Çok zahmetler çekti, fakat isyan etmedi. Allahü Teâlâ’nın takdirine razı oldu. Edebi fevkalâde idi. Bir gün karşısına bir namahrem, yabancı çıktı. Ondan sakınayım diye hızla giderken düşüp kolu kırıldı. Acz ve kırıklık içinde, mahzun olmuş bir kalp ile Allahü teâlâya yalvardı. "Yâ Rabbi! Garip ve kimsesizim. Yetim ve öksüzüm. Köle edildim. Bir de kolum kırıldı. Lâkin ben bunların hiç birine üzülmüyor, yalnız senin rızanı istiyorum. Benden razı olup olmadığını da bilmiyorum" dedi. Bu sırada bir ses duydu. "Üzülme, sen ahirette meleklerin bile imreneceği bir makamda bulunacaksın." diyordu. Hz Rabia tekrar efendisinin evine döndü. Günlük hizmetleri yerine getirir, akşama kadar ayakta dururdu. Bununla beraber her gün oruçlu olur, geceleri de Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle geçirirdi. Bir gece efendisi uyandığında Hz Rabia’nın odasından sesler geldiğini işitti. Pencereden bakınca, Hz Rabia’nın, secde ettiğini, Allahü teâlâya şöyle yalvardığını duydu. Diyordu ki: "Ey Rabbim! Benim arzumun senin emrine uymak olduğunu biliyorsun. Benim saadettim senin huzurunda bulunmaktır. Eğer elimden gelse, sana ibadetten, bir ân geri kalmam. Fakat ev sâhibimin hizmetinde bulunduğum için ona hizmet ediyorum ve sana gereği gibi ibâdet edemiyorum..." Ev sâhibi, bunları duydu. Ayrıca, Rabia’nın başı üstünde bir kandil bulunduğunu, kandilin bir yere asılı olmadan havada durduğunu, odanın o kandilin nuru ile aydınlandığını gördü ve hayretten dona kaldı. "Artık Rabia köle olamaz!" diyordu. Sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca hemen Rabia’yı çağırdı ve dedi ki: "Artık serbestsin. Dilediğini yap. Ama burada kalırsan ben sana hizmet ederim." Hz Rabia; "Gideyim." dedi. Oradan ayrılıp küçük bir eve yerleşti.

Bu Kız Öyle Bir Hanım Olacak ki;

Babası İsmail’in üç kızı vardı. Bir tane daha doğunca adını Rabia (dördüncü) koydu. Babası çok fakir olduğundan Hz Rabia doğduğu gece evde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu. Bu duruma annesi çok ağlayıp mahzun oldu. Efendisine; "Filân komşuya gidip, bir miktar kandil yağı isteyebilir misin?" dedi. Hazret-i Rabia’nın babası, Allahü Teâlâ’dan başka kimseden bir şey istememeğe söz vermişti. Bununla beraber hanımını üzmemek için komşuya gitti. Kapıya elini sürdü ve geri gelip; "Kapı açılmadı" deyince hanımı ağladı. O da çok üzüldü. Babası, başını dizine dayadı ve öylece uyuya kaldı. Rüyasında Peygamber efendimizi gördü. Peygamber efendimiz, kendisine buyurdu ki: "Hiç üzülme! Bu kızın, öyle bir hanım olacak ki, ümmetimden yetmiş bin kişiye şefâat edecek. Yarın bir kâğıda şöyle yaz: "Sen her gece Peygamber efendimize yüz salavat-ı şerife, Cuma geceleri de dört yüz salavat gönderirdin. Bu Cuma gecesi unuttun. Bunun kefareti olarak, bu yazıyı sana getiren zâta dört yüz altını helâl parandan ver." Sonra Basra valisi İsa Zâdân'a git. O yazıyı ver." Hazret-i Rabia’nın babası uyandığında, Peygamber efendimizi görmenin şevkiyle ağlıyordu. Hemen kalktı, denileni yaptı ve İsa Zâdân’ın yanına gitti. Vâli mektubu alınca, Resûlullah efendimizin kendisini hatırlamasının şükrü için, binlerce

altını fakirlere sadaka verdi. Rabia-tül Adeviyye'nin babası İsmail Efendiye de mektupta yazılanı ve ona ilâve olarak pek çok altını da sadaka verip, bir ihtiyacı olursa tekrar gelmesini tenbîh etti. Altınları aldıktan sonra lüzumlu ihtiyaçlarını temin etti. Böylece bolluğa kavuştular ve kızlarına rahatça bakıp güzel edep ve terbiye ile büyüttüler.

Hayatından Nükteler…

Bu meşhur evliya hakkında anlatılan o kadar çok menkıbe vardır ki Rabiatü’l Adeviyye'nin hayatı acılarla doludur. Fakat o, çektiği acılarla daha çok olgunlaşmış, sabır ve sebat onun sermayesi olmuştur. Asla bulunduğu durumdan şikâyet etmedi Rabiatü’l Adeviyye. Hür iken köle olmuş, yine de sesini çıkarmamıştır.

Günlerden bir gün Hasan Basri, Hz. Rabia'yla sohbeti sırasında 'Erkeklerin bir nefsi, dokuz aklı vardır. Kadınların ise dokuz nefsi, buna mukabil bir aklı...' Hz. Rabia, bu sözlere güldü ve 'Ne için gülüyorum biliyor musun? Biz bir aklımızla dokuz nefsimizi idare edebiliyoruz, ya siz nasıl oluyor da dokuz aklınız varken bir nefsinizle başa çıkamıyorsunuz?

Aradan yıllar geçmiş,Hz Rabia'nın saçları ağarmış, kaşları kır olmuştu. Bir gün yolda giderken başına bir tülbent bağlamış bir kadın gördü ve ona dönerek 'Neden başını bağladın?' diye sordu. Kadın, ‘Başım ağrıyor ya Rabia' dedi. Hz. Rabia, bunun üzerine yaşını sordu ve otuz cevabını alınca 'Otuz senedir hayattasın. Hakk'a başını bağlamadın da bir gün başın ağrıyor diye nasıl şikâyet edip başını bağlarsın?'

Hz Rabiatü'l-Adeviyye yaptığı bütün amellerinde Allah'ın rızasını ve O'nun muhabbetini gözetirdi. O'nun rızasının olmadığı hiç bir işi yapmaz ve yapılmasına da razı olmazdı. İmam Gazali, İhya ‘da onun samimiyeti ve ihlası ile alâkalı şu hâdiseyi nakleder: Süfyân-ı Sevri bir gün hz Rabia'ya ''İmanın hakikati nedir?" diye sorar. Hz. Rabia: "Kötü bir işçi gibi, ne cehennem korkusu ne de cennet ümidi ile Allah'a ibadet ediyorum. Allah'a ibadetim O'nu sevmem ve O'na saygı duymamdandır." sonra da Rabia-i Adeviyye muhabbet-i ilâhî ile alâkalı şu beytini söyledi: "İlâhî seni iki sevgi ile seviyorum. Biri Sana olan muhabbetim, diğeri de Senin bu muhabbete layık olmandır. Arzularım ve muhabbetim Sana meylederek Seni sevmem, başkasını bırakıp Seni anmamla ancak mümkün olmaktadır. Senin ehli olduğun muhabbet ise, perdeyi kaldırıp cemalini göstermendir. Her iki muhabbetimde de övülmeye ve şükrana layık ben değilim. Her iki muhabbette de hamd ü senaya layık sensin Allah’ım!"

Evine Giren Hırsız İmana Geldi…

Bir gece namaz kılmak için seccadesini serer Namazını bitirdikten sonra şöyle bir dua da bulunur;

“ Ya rabbi (c.c) şu vakitte birçok kimse uyudu, birçoğu sevdiğine gitti, bende sana geldim, çünkü benim sevdiğim sensin ”

Sonra zikre başladı ve seccade üzerinde zikir çekerken uyuyakaldı.

Bir zaman sonra Bir hırsız girdi evine, Bakındı sağına soluna, oldukça az ve eski eşyaların olduğu gördü. Fakir birinin eviymiş bu ev diye düşündü. Ama bir kaç parça eşya almadan evden çıkmak istemedi. Torbasına doldurduğu bir kaç parça eşya ile tam evden çıkacakken birde baktı ki kapı yok!

Az önce girdiği kapı hiçbir yerde yoktu, her yer duvardı. Aldıklarını bıraktı ve tekrar çevresine baktı, kapı orada duruyordu. Tekrar torbasına doldurdu eşyaları ve tekrar baktı ki kapı yine yoktu! Bu işlemi tam 3 kez tekrarladı. Tam o esnada duvarlar dalga dalga yarılarak dedi ki ; “ EY HIRSIZ! SEVEN UYUDU AMA SEVİLEN AYAKTA! “ Ve Hırsız bu durum karşısında kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu.

KAYNAKLAR

Bir Kadın Kahraman Rabiatü’l Adeviyye, Ali HAYRAN


5.07.2021 23:48:00

Asude Usluer Uğurlu

EFENDİSİNİ İMANA GETİREN ALLAH DOSTU BİR HANIM: RABİATÜL ADEVİYE

EFENDİSİNİ İMANA GETİREN ALLAH DOSTU BİR HANIM: RABİATÜL ADEVİYE